Aşk
Günümüzde en çok yıpratılan ve sömürülen kelimelerin başında “aşk” gelir. Peki, bir kelimenin ne suçu olabilir? Elbette ki, üç harften oluşan bir kelimenin suçlu olduğu söylenemez. Asıl suçlu, bu kelimelere yüklediğimiz anlamlar ve bu anlamların çağrıştırdığı derinliklerdir.
Ne yazık ki, temelde Tanrı’nın insanın kalbine koyduğu bu yüce duygu—ister aşk, ister sevgi, isterse sevda olarak adlandırılsın—bir hız ve haz çağında hızla tüketiliyor ve yıpranıyor. İnsan kalbinde aşk duygusu var olduğunda, bu, kişiyi karşı cinse karşı şefkatli ve merhametli yapar. Sevdiği için yapamayacağı şey yoktur insanın. Ancak, eğer sevda sadece popüler bir kavram olarak hızla tüketiliyorsa, bu duygu anlamsızlaşır.
Gerçek âşık, öncelikle kendi sevgilisini tanır. Bu durum sadece ilahi aşkta değil, insani aşkta da böyledir. Ancak, modern iletişim araçları ve popüler kültür, bizlere sunduğu aşk anlayışıyla gerçek özümüzü yansıtmaktan uzaklaşmıştır. Televizyon dizilerinde ve filmlerde anlatılan aşk ile gerçek sevda arasındaki fark büyüktür. Leyla ile Mecnun, Kerem ile Aslı, Ferhat ile Şirin gibi uzun soluklu aşklar, uzun mücadelelerin sonucunda ortaya çıkar. Gerçek aşklar, sabır ve özveri gerektirir; kişi sevdiğine ulaşmak için sabretmeli ve onu üzmekten kaçınmalıdır.
Çabuk elde edilen, çabuk kaybolur. Aşk için yazılan şiirler, türküler, destanlar ve hikayeler, insanın temel duygularını dile getirir. Bu duyguyu yaşamak, zorla değil, sabırla ve erdemle gerçekleşir. Bir insan, sevdiği kişinin yanında terler ve kelimeler boğazına düğümlenir. Ancak, eğer aşkı gerçek sevdaya dönüştürebilirse, o zaman uzun soluklu bir yolculuk başlar. Anlık hoşlanmalar ve tüketim malzemesi olarak görülen aşklar, gerçek aşkı ve sevdayı yansıtmaz.